Wednesday, July 6, 2011

Bisiklet tutkusu

10-11 yaşlarındayken babamla spor loto kuponu doldururken bir yandan da 7 beraberliği tutturursak neler yapacağımızı konuşurduk. Öyle büyük hayallerimiz yoktu. Gelen parayla babam sonunda kendini emekli edebilecekti. Pastahaneyi kapatmayı düşünmüyordu ama artık sadece kendi keyfi için üretecekti. Günde on iki, on dört saat gelen pasta, profiterol vs siparişlerini yetiştirmek için uğraşmak yerine dedesinden kalan, Robert Kolej'de (hala şimdiki Boğaziçi Üniversitesi'nin yerinde bir yüksek okul iken) geçirdiği yıllarda edindiği pastacılık kitaplarından gelen değişik tariflerle ilgilenecek belki de ufak tefek icatlarını yapacaktı. Ve beraber bisiklete binecektik. Babamın bisiklet tutkusu bana da daha ufacık bir veletken geçmişti. Havanın elverdiği her gün bisiklete binerdim neredeyse. Hatta şehrin biraz dışındaki Anadolu Lisesi'ni kazandığım zaman okula bisikletle gidip gelme hayalleri kurmuştum da annem neredeyse sinir krizi geçirerek veto ettiğinde (bacak kadar çocuk izmir-istanbul karayoluna mı çıkarmış?) ben de kendi sinir krizimi geçiriyordum neredeyse.

Kısacası, uzuncası, baba oğul bisiklet tutkunuyduk ve hayalimiz de çok iyi birer bisiklet alıp uzun yola çıkmaktı. İlk hedefimiz Balıkesir'den İzmir-Seferihisar'daki teyzemlerin mandalina bahçesine gitmekti. Konuşup loto hayalleri kurarken teyzem ile eniştemin altımızda bisiklet kapılarında bittiğimizde nasıl şaşıracaklarını da kurardık neşeyle. O hayaller hiçbir zaman gerçek olmadı. Hem loto'yu tutturamadık hem de ben 12 yaşındayken babam sonunda onu ölümüne götürecek olan kalp krizlerinden ilkini geçirdi. Kalp kasının üçte ikisi ciğer sote kıvamında göğüs kafesinde ölü ölü yatarken 200 kmlik bisiklet seyahatine çıkılmayacağı gibi hayali bile kurulamazdı artık.

Zaman geçti. Ben bisikletle olan iyi ilişkime devam ettim ama artık bisiklet hayallerimin ortağı yoktu. Kısa geziler, pastaneden eve fonksiyonel geziler, İzmir yolunda yapılan kısa dayanıklılık testleriyle sınırlı kaldı. Sonra üniversiteye gittim. Babamın neredeyse 45 sene önce ayrıldığı kampüse çoğu günler onun da kullandığı merdivenleri tırmanarak çıktım, manzaradan, o ayrıldığında biri bile olmayan köprülerin kisini birden seyrettim. Ama neredeyse hiç bisiklete binmedim. İstanbul bisiklete pek müsait değildi sanki ve benim hevesim de kaçmıştı sanki. Ama bilmeliydim ki bisiklet sevgisi asla tamamen yok olmaz. Bir yerlerde saklanır ve şartlar uygun olduğunda tekrar ortaya çıkar, tekrar tutkuya dönüşür.

Doktora yapmaya gittim. Long Island'ın hafif engebeli yollarında, katedilmesi gereken uzun mesafelerinde, araba alacak paramın olmamasında ve yaya ve bisikletten öcü gibi korkan şöförlerinde bisiklet tutkumu yeniden ateşleyecek sebepleri buldum. Sonraki dört sene yerler buz tutmadıkça ve yağmur bardaktan boşanmadıkça her gün evime 12 km mesafedeki kampüse bisikletle gidip geldim. Beni Amerika'ya giden her doktora öğrencisi gibi stres ve büyük porsiyonlara yem olmaktan bisikletim kurtardı. Türkiye'ye döndüğümde Amerika'ya gittiğimden daha formda, hemen hemen aynı kilodaydım.

Şimdi üç senedir İstanbul'dayım ve bir senedir yine bisiklet tutkum kaşınmaya başladı. Geçen yaz paraya kıyıp bir Trek 7.2 aldım. Hava elverdiğinde Kadıköy-Sabancı Üniversitesi kampüsü rotasına çıkıyorum. 44,5 km. Rota aşağı yukarı şöyle oluyor.


Rasimpaşa'dan Taşköprü caddesine çıkıyoruz. Fenerbahçe-Kızıltoprak yönünde devam edip Stadyumun yanından Bağdat caddesine varacağız (2,8 km)

Oradan da Fener-Kalamış yolunu takip ederek Cemil Topuzlu'ya var. Cemil Topuzlu caddesi seni Caddebostan'da sahile taşıyacak. (2,9 km)

Artık sahil yolundasın. Şimdi kaygısızca gidebildiğin kadar gideceksin taa ki Tuzla tersanesine varana kadar. Aslında tersanelerden hemen önce Sabiha Gökçen- Kurtköy bağlantı yoluna çıkacaksın. (23 km) Rotanın en keyifli bölgesi burası işte. Az trafik ışığı, nispeten az trafik, çok az engebe. Ve her km'de en az on mangal!

Kurtköy- Pendik bağlantı yolunda hava alanı kavşağına kadar devam ediyoruz. Bu yol harika bir kardiyo egzersizi sağlıyor. Hafif ama sürekli bir meyiller yükseliyor. Tükenmiyor, tıkanmıyor ama düzenli olarak yüksek bir nabızda ilerliyor insan. Şu ana kadar beni rahatsız edecek bir trafiğe de rastlamadım. Haa, bir de meraklısı için iniş pistinin yaklaşma düzlemi tam yolun üstünden geçiyor. Hatta yaklaşma ışıklarının bir kısmı yolun üstüne kurulmuş iskelede. Durup bir iki uçak fotoğrafı çekmek için ideal bir yer ama hemen yolun karşısındaki askerler pek güzel bakmıyorlar tam da pistin ucunda durup fotoğraf çekerken. (8.7 km)

Havaalanı kavşağında Orhanlı yönüne dönüyoruz. Parkurun en zorlu yeri burada başlıyor. Bir H'ors Catogorie olmasa da yaklaşık 500 metrelik adamın canına okuyan bir tırmanış var. Ben de bir Alberto Contador, bir Cadel Evans değilim sonuçta. Zaten kırk km yüksek tempoda yol yapmış halde nispeten antrenmanlı halimle dilim bir karış sarkıyor. Ama bu işkence uzun sürmüyor ve kısa ama o ana kadarki en ağır tırmanıştan sonra bizi Orhanlı- Sabancı Universitesi yoluna çıkaracak olan Çataldağ-Çiftlik yoluna çıkıyoruz (1.6 km)

Bu yol artık dermanı tükenen bacaklara bir nimet gibi geliyor. Hafif bir meyille alçalıyor ve Orhanlı'ya kadar az trafik, az ışık ve iyi bir asfaltın keyfini yaşıyoruz. (3.1 km)

Orhanlı yoluna dönüyor, TEM'in üstünden geçiyor ve yan yolda sağa dönerek son etaba başlıyoruz. Bu yol bizi kampüsün kapısına kadar götürecek. (2.5 km)

Toplam mesafe 44.2 km. Ortalama süre (dört gidişin ortalaması) 2 saat 24 dakika. Ortalama hız 18.4 kmh.

Ortalama hız fazla değilmiş gibi geliyor ama sahile çıkana kadar Bağdat caddesinde ve Cemil Topuzlu'da sabit bir tempo tutturmak mümkün değil. Tuzladan Sabancı'ya kadar ise hemen hemen sürekli tırmanış var ve çok çabuk tükenmek istemiyor, ya da vardıktan sonra da ayakta durabilecek enerjin kalsın istiyorsan biraz ağır tempoda gitmekte yarar var.

Dönüş yolunda yine aynı güzergah. Ama sahil yolundan daha erken ayrılmak gerekiyor. Bostancı'da Bağdat caddesine giriyoruz ve trafiğin, ışıkların ve bisikleti yok sayan şoförlerin insafına kalıyoruz. Bu yüzden dönüş yolunda Sabancı'dan Tuzla'ya kadar nispeten hızlı inerek zamanı düşüreyim desem de Bostancı-Kadıköy arası ortalama 20 kmh zor tutturuluyor. Peki neden Bostancı'da Bağdat caddesine bağlanıyorum da sahile inip parktaki bisiklet yolunu kullanmıyorum? Sahildeki parkın bisiklet yolunda (hele yazın) birine çarpmadan anlamlı bir hıza ulaşmak imkansız. O yüzden dönüş yolu da aslında daha kolay bir parkur olmasına rağmen iki saatin üstünde bir zaman alıyor. Ama belirtmem lazım ki şu ana kadar hiç boş saatlerde denemedim. Yani Bağdat'ın boş saatinde dönüş parkurunu iki saatin altına çekebilirim belki.